Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre, tüm emisyonların yaklaşık yarısından dünya nüfusunun 10’da biri sorumlu.
Ekonomist Thomas Piketty’nin kurduğu Paris merkezli Inequality Lab tarafından hazırlanan Dünya Eşitsizlik Raporu’nun 2021 sonuçları küresel karbon eşitsizliğini de gözler önüne seriyor. Rapora göre, tüm emisyonların yaklaşık yarısından dünya nüfusunun 10’da biri sorumlu.
Küresel gelir ve servet eşitsizlikleri, ekolojik eşitsizliklerle sıkı bir şekilde bağlantılı. İnsanların ortalama olarak yılda kişi başına 6,6 ton karbondioksit saldığını belirten Dünya Eşitsizlik Raporu, 2021 veri setinde karbondioksit emisyonlarındaki dikkat çekici eşitsizliği ortaya koyuyor: Karbon salıcıların en üstündeki yüzde 10’luk kesim toplam salımın yaklaşık yüzde 50’sinden sorumluyken, alttaki yüzde 50’lik kesim toplam salımın sadece yüzde 12’sine neden oluyor. Bu eşitsizlikler sadece zengin ve fakir ülke meselesi değil, çünkü düşük ve orta gelirli ülkelerde yüksek salım yapanlar olduğu gibi zengin ülkelerde düşük salım yapanlar da var. Örneğin, Avrupa’da nüfusun en alttaki yüzde 50’si yılda kişi başına yaklaşık 5 ton emisyon salıyor. Doğu Asya’daki en alttaki yüzde 50 yaklaşık 3 ton ve Kuzey Amerika’da en alttaki yüzde 50 ise yaklaşık 10 ton karbon emisyonuna neden oluyor.
İklim politikaları zengin kirleticileri daha fazla hedeflemeli
Rapor ayrıca, zengin ülkelerdeki nüfusun en yoksul yarısının ülkeleri tarafından belirlenen 2030 iklim hedeflerine ulaştığını da ortaya koyuyor. Nüfusun üst yarısı için ise aynı durum söz konusu değil. Emisyonlardaki büyük eşitsizlikler iklim politikalarının zengin kirleticileri daha fazla hedeflemesi gerektiğini gösteriyor. Şimdiye kadar karbon vergileri gibi iklim politikaları düşük ve orta gelir gruplarını orantısız bir şekilde etkilerken, en zengin kesimlerin tüketim alışkanlıklarını değiştirmedi.
Gezegenimiz, altıncı kitlesel yok oluşla karşı karşıya. Atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonu milyonlarca yılın en yüksek seviyesinde, okyanuslardaki insan kaynaklı plastik kirliliğin kütlesi 1960’lardan bu yana 200’den fazla katlandı. Bu küresel eğilimler ile gelir ve servet eşitsizliği bağlantıları hakkında ise yeterince şey bilmiyoruz. Küresel ekolojik eşitsizlik; doğal kaynaklara erişimde, kirliliğe ve kaynakların sürdürülemez kullanımından kaynaklanan felaketlere maruz kalmada ve çevresel bozulmada eşitsizlik gibi pek çok biçimde ortaya çıkabilir. Sağlam ve etkili çevre politikaları geliştirmek için de bu boyutların her birini daha iyi anlamak gerekiyor. Bu gereklilikten yola çıkarak, küresel karbon eşitsizliği boyutuna ayrı bir bölüm ayıran rapor, sadece ulusal ortalamalara değil, emisyonların farklı gruplar arasında nasıl dağıldığına da bakıyor.
Karbon salımının dörtte üçünün kaynağı fosil yakıtlar
Raporun en önemli tespitlerinden biri şu: 2021’de insanlar atmosfere yaklaşık 50 milyar ton karbondioksit salarak 2020’de gözlemlenen düşüşün çoğunu tersine çevirdi. Bu 50 milyar tonun yaklaşık dörtte üçü enerji amaçlı fosil yakıtların yakılmasından, yüzde 12’si tarım sektöründen, yüzde 9’u sanayiden ve yüzde 4’ü atıklardan kaynaklandı.
Global emisyonlar, Sanayi Devrimi’nden bu yana neredeyse sürekli artıyor. 1850’de toplamda 1 milyar ton karbondioksit eşdeğeri salınırken, 1900’de bu sayı 4,2 milyar tona, 1950’de 11 milyar tona, 2000’de 35 milyar tona ve bugün yaklaşık 50 milyar tona yükseldi.
1850’den beri salınan toplam 2450 milyar karbon tonun yüzde 27’sinden Kuzey Amerika, yüzde 22’sinden Avrupa, yüzde 11’inden Çin, yüzde 9’undan Güney ve Güneydoğu Asya, yüzde 9’undan Rusya ve Orta Asya, yüzde 6’sından Doğu Asya, yüzde 6’sından Latin Amerika, yüzde 6’sından Orta Doğu ve Kuzey Afrika ve yüzde 4’ünden ise Sahra Altı Afrika sorumlu. En son IPCC raporuna göre, 1,5 derecenin altında kalmak için en fazla 300 milyar ton, 2 derecenin altında kalmak için ise en fazla 900 milyar ton karbondioksit daha salınabilir. Eğer mevcut küresel emisyon oranlarıyla devam edersek 1,5 derece hedefine yönelik karbon bütçesi altı yılda, 2 derece hedefine yönelik karbon bütçesi ise 18 yılda tükenecek.
Bölgeler arasındaki karbon eşitsizliği büyük ve kalıcı
Aşağıdaki figürde görülebileceği üzere dünyanın farklı bölgeleri tarafından üretilen karbon emisyonları karşılaştırıldığında büyük farklar olduğu ortaya çıkıyor. Sahra Altı Afrika’da kişi başına düşen emisyonlar (yılda 1,6 ton), kişi başına düşen küresel ortalama emisyonun sadece dörtte birini oluşturuyor. Spektrumun diğer ucundaki Kuzey Amerika’daki kişi başına emisyon miktarı ise 21 ton ve dünya ortalamasının üç katı. Bu iki uç arasında kişi başına 2,6 tonla Güney ve Güneydoğu Asya ve 4,8 tonla Latin Amerika yer alıyor.
Raporda ayrıca bölgeler arasında ortalama karbon emisyonlarındaki eşitsizliklerin, ortalama gelir eşitsizliğine oldukça yakın olduğuna da vurgu yapılıyor. Yine de arada bazı önemli farklar da var: ABD ortalama emisyonları dünya ortalamasının 3,2 katıyken, ortalama geliri dünya ortalamasının üç katı. Ayrıca Avrupa’nın emisyonları dünya ortalamasının 1,5 katından az; ancak geliri ortalamanın yaklaşık iki katı. Diğer bir deyişle, kişi başına gelir ve emisyonlar arasında yakın bir bağlantı var; ancak bu bağlantı her zaman çalışmayabilir: Belirli bölgeler belirli bir gelir düzeyiyle ilişkili emisyonları sınırlamada diğerlerinden daha etkili olabiliyor.
Dünya nüfusunun 10’da biri, tüm emisyonların yaklaşık yarısından sorumlu
Küresel nüfus dağılımında düşük gelir grubundaki yüzde 50, yılda ortalama 1,6 ton karbon salıyor ve toplam emisyonun yüzde 12’sini üretiyor. Orta kesimdeki yüzde 40, ortalama 6,6 ton karbon salımıyla toplam emisyonun yüzde 40,4’ünü oluşturuyor. Üst gelir grubundaki yüzde 10, 31 ton salımla toplam emisyonların yüzde 47,6’sına neden olurken, en tepedeki yüzde 1 ise 110 ton salımla toplam emisyonların yüzde 16,8’ine neden oluyor. Diğer bir ifadeyle, tüm emisyonların yaklaşık yarısı küresel nüfusun onda birinden kaynaklanıyor ve dünya nüfusunun sadece yüzde biri, tüm diğer grup toplamından yaklaşık yüzde 50 daha fazla emisyon salıyor.
Peki, ne yapmalı?
2030 hedeflerine ulaşmanın birçok yolu var ve karbon politikalarını uygulamak için de tek bir sihirli formül yok. Rapor, önemli olanın iklim politikalarının tasarımında büyük karbon eşitsizliklerini hesaba katmak olduğunu vurguluyor. Eğer ülkeler daha zengin gruplardan nispeten daha az emisyon azaltma çabası talep ederse, bu kaçınılmaz olarak toplam karbon ayak izlerini azaltmak için daha az kaynağa sahip olan düşük gelirli gruplardan daha fazla emisyon azaltma çabası istemek anlamına gelecektir. Ancak bu tür stratejiler, düşük gelirli gruplar için mali tazminat mekanizmaları ve bu çabaların adil finansmanı sorununu da beraberinde getirebilir.
Bu değerlendirmelerden yola çıkarak rapor şunu iddia ediyor: Mal ve hizmetlerin tüketiminden ziyade varlık portföyünün düzenlenmesi ve vergilendirilmesine odaklanan iklim politikası araçlarına odaklanılmalı. Özellikle düşük ve orta gelir gruplarından gelen bireyler enerji seçimlerinde genelde sınırlı hareket edebilirken, fosil endüstrisine yatırım yapmayı tercih eden yatırımcılar servetlerini harcamak için birçok alternatif seçeneğe sahip. Örneğin; yeni maden çıkarma projeleri geliştirmeye devam eden fosil yakıt şirketlerinin hisse senedi alımları sıkı bir şekilde düzenlenebilir ya da çevreyi kirleten hisse senedi sahiplerine yüksek vergi oranları getirilebilir.
En zengin kesimlerin ürettiği karbon emisyonlarının kaynağı değişse de sonuç net: Aşırı zenginlik, aşırı kirlilik getiriyor. Son yıllarda servet eşitsizliği ile bağlantılı aşırı kirliliğin belki de en göze çarpan örneklerinden biri uzay yolculukları. Uzay yolculuğunun yolculuk başına birkaç bin dolardan birkaç düzine milyon dolara mal olması beklenirken, dolaylı emisyonlar hesaba katıldığında 11 dakikalık bir uçuş yolcu başına en az 75 ton karbon salıyor. Spektrumun diğer ucundaki yaklaşık bir milyar kişi ise kişi başına yılda bir tondan az karbon salıyor. Bu eşitsizlik, ultra zenginlerin karbon emisyonlarının hemen hemen hiçbir sınırı olmadığının çarpıcı bir örneği.
[…] vadeli risk “sosyal uyumda bozulma.” Artan kutuplaşma ile halihazırda toplumları zorlayan eşitsizliklerin daha da genişleyebileceği söyleniyor, örneğin pandemi öncesine göre 51 milyon daha fazla […]