,

“Sürdürülebilir bir yarın için bugün toplumsal cinsiyet eşitliği”

“Sürdürülebilir bir yarın için bugün toplumsal cinsiyet eşitliği”

Dünya Kadınlar Günü, bu yıl sürdürülebilir bir gelecek için öncülük eden kadın ve kız çocuklarının katkısını öne çıkarmak üzere kutlanıyor.

Dünya Kadınlar Günü, bize dünyadaki kadınların ve kız çocuklarının siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel başarılarını kutlama fırsatı sunuyor. Bu kapsamda Birleşmiş Milletler’in bu yılki Kadınlar Günü için belirlediği tema “Sürdürülebilir bir yarın için bugün cinsiyet eşitliği”. İklim krizi ve cinsiyet eşitsizliği, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin merkezinde yer alan iki temel sorun. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya çalışırken aynı zamanda iklim değişikliğiyle mücadele etmek, 21. yüzyılda insanlığın karşılaştığı en önemli zorluklar arasında yer alıyor. Araştırmalar, iklim değişikliği ve iklimle ilgili afetler nedeniyle göç etmek zorunda kalan insanların yüzde 80’inin kadın ve kız çocukları olduğunu ve yoksulluk koşullarında yaşayan 1,3 milyarın yüzde 70’inin de kadınlardan oluştuğunu gösteriyor. Peki, iklim değişikliği kadınları ve kız çocuklarını neden daha fazla etkiliyor?

Kadınlar iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini daha çok yaşıyor

İklim değişikliğinin “cinsiyet nötr” olmadığı artık inkar edilemez bir gerçek. Mevcut eşitsizlikleri artıran ve geçim kaynakları, sağlık ve güvenlik gibi konularda büyük tehditler oluşturan iklim değişikliğinin en büyük etkilerini kadınlar ve kız çocukları yaşıyor, çünkü dünya genelinde kadınlar doğal kaynaklara daha çok bağımlı ancak bu kaynaklara daha az erişime sahip. Dünyanın birçok bölgesinde kadınlar yiyecek, su ve yakıt temininde erkeklere göre çok daha fazla sorumluluk taşıyor. Düşük ve orta gelirli ülkelerdeki kadınlar için en önemli istihdam sektörü ise tarım. Kuraklık ya da düzensiz yağış gibi etkilerin görüldüğü dönemlerde kadınlar, birincil tedarikçiler ve tarım işçileri olarak ailelerine gelir ve kaynak sağlamak için daha çok çalışıyor. Üstelik, annelerinin artan sorumluluklarına yardım etmek için çok sayıda kız çocuğu da okulu bırakmak zorunda kalıyor.

İklim değişikliği bir “tehdit çarpanı” (threat multplier) yani kırılgan ve çatışmalardan etkilenen ortamlardaki zaten var olan sosyal, politik ve ekonomik gerilimleri tırmandırıyor. İklim değişikliği dünya çapındaki çatışmaları tetikledikçe, kadınlar ve kızlar cinsel şiddet, insan kaçakçılığı, çocuk yaşta evlilik gibi şiddet biçimleri de dahil olmak üzere toplumsal cinsiyete dayalı her türlü şiddetle daha çok karşı karşıya kalıyor. Ayrıca, herhangi bir afet durumunda bilgiye, kaynaklara ve eğitime erişimde uzun süredir var olan cinsiyet eşitsizlikleri nedeniyle kadınların hayatta kalma olasılıkları düşerken yaralanma olasılıkları yükseliyor. Üstelik, kadınlar ve kız çocukları yardımlara daha az erişebiliyor ve bu da onların geçim kaynaklarını, refahlarını ve iyileşmelerini daha fazla tehdit ederek gelecekteki iklim afetlerine savunmasız yakalanmalarına neden olan bir kırılganlık döngüsü yaratıyor.

İklim değişikliği ve iklim afetleri, sağlık hizmetlerine erişimi kısıtladığından anne ve çocuk sağlığına ilişkin riskleri de artırıyor. Araştırmalar, aşırı sıcaklıkların ölü doğum oranlarını artırdığını ve iklim değişikliğinin yeni doğan bebekler ve annelerle ilgili koşullarla bağlantılı olan sıtma, dang humması ve Zika virüsü gibi hastalıkların yayılmasını da hızlandırdığını gösteriyor.

2020’de 2 milyondan çok anne işini bırakmak zorunda kaldı

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tüm orantısızlığıyla karşımıza çıktığı alanlardan biri de iş dünyası. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (International Labour Organization, ILO) verilerine göre 2020’de 189 ülkeden 2 milyonun üzerinde anne işini bırakmak zorunda kaldı. UN Women ve ILO iş birliğinde yürütülen araştırma, iş gücüne aktif olarak katılan ve evde altı yaşından küçük en az bir çocuğu bulunan 25-54 yaş arasındaki kadın ve erkeklere odaklanıyor.

Pandemiden önce bile annelerin iş gücüne katılım oranları kadınların genel katılım oranlarından önemli ölçüde düşükken, pandemiyle birlikte bu oranın daha da düştüğü gözlemleniyor. ILO ve UN Women tarafından yürütülen araştırmanın sonuçları, ev içi bakım ve sorumlulukların eşit olmayan bir şekilde bölüşülmesinin, kadınların iş gücü piyasasına katılamamalarının güçlü bir nedeni olduğunu gösteriyor. 2020’de pandemiyle birlikte iş ve aile sorumluluklarını bir arada götürmenin baskıları, okulların kapanması ve kadınların çoğunlukta olduğu sektörlerdeki iş kayıpları birleştiğinde 25-54 yaş arası yaklaşık 113 milyon kadın eşi ve küçük çocukları için iş gücünün dışında kalmak zorunda kaldı. Veriler, erkeklerin de pandeminin ekonomik sonuçlarından etkilendiğini ancak bu etkilenmenin kadınlarınkine göre çok daha az olduğunu gösteriyor. Küçük çocukları olan ve iş gücüne katılan babaların sayısı 2020’de 2019’a göre yüzde bir azalırken, annelerde bu oran yüzde 1,8.

Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği performansı insani gelişme performansının çok gerisinde

Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği performansı söz konusu olduğunda da çok iç açıcı bir tabloyla karşılaşılmıyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (United Nations Development Programme, UNDP) tarafından yayımlanan rapora göre, Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği performansı ülkenin insani gelişme alanındaki başarılarıyla uyumlu değil ve benzer gelişme düzeyindeki ülkelerin gerisinde kalıyor.

İlk kez 1990 yılında ortaya konulan ve ülkelerin insani gelişme performanslarını değerlendirmek üzere gelir, eğitim ve sağlık verilerini dikkate alan UNDP İnsani Gelişme Endeksi (İGE) ile bu verileri cinsiyete göre ayrıştıran Toplumsal Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi (TCDGE) verilerini kullanan çalışmada, Türkiye’nin İGE endeksinde 2019 yılında 189 ülkeden 54’üncü sırada yer alarak “çok yüksek insani gelişme” kategorisine geçtiği ancak TCDGE sıralamasının 162 ülkeden 68’inci sırada olmasıyla çok geride olduğu görülüyor.

Çalışmaya göre, bu genel görünümün ana nedenlerinden birisi kadınlar ile erkekler arasındaki gelir açığı. Kadınların ortalama geliri, 2019 yılı verilerine göre erkeklerin ortalama gelirinin yüzde 47’si düzeyinde. Bunun nedeni ise kadınların büyük bir kısmının iş gücü dışında kalması: Kadınların işgücü katılım oranı yüzde 34, erkeklerinki ise yüzde 72,6. Yakın zamana ait veriler, küresel salgın nedeniyle durumun daha da kötüleştiğini, kadınların iş gücüne katılımının yüzde 30’a gerilediğini gösteriyor.

Rapor, kadınların gelir ve eğitim açığını kapatmaya yönelik bir yol haritası sunmayı hedefliyor. Böylece, Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliğinde küresel sıralaması da ülkenin insani gelişme sıralamasına eşdeğer düzeye yükselebilecek. Üçüncü bileşen olan sağlık bakımından ise Türkiye’de kadınların ortalama yaşam beklentisi erkeklerden daha uzun, ancak bu fark giderek kapanıyor. Öte yandan, Türkiye’de anne ölüm ve ergen doğurganlık oranları, benzer insani gelişme düzeyindeki ülkelerden daha yüksek.

Toplumsal cinsiyet eşitliği ve sürdürülebilirliği sağlamanın beş yolu

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği iklim değişikliği ve istihdamla bu kadar bağlantılıyken, sürdürülebilirliği ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamanın ortak yolları neler olabilir? Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (United Nations Women) kadınların liderlik ve karar alma süreçlerindeki temsilini artırmaktan bakım işlerini ve kaynakları yeniden dağıtmaya kadar, toplumsal cinsiyet eşitliğinin ve sürdürülebilirliğin önde olduğu bir geleceğe doğru ilerlemenin yollarını şöyle sıralıyor:

1. Küçük işletme sahibi kadınları güçlendirin

Son birkaç on yıldır, gelişmekte olan ülkelerdeki gıda güvenliğinde yaşanan iyileşmenin yüzde 55’i, kadınların güçlendirilmesini teşvik eden programlar sayesinde başarılıyor. Gıda ve Tarım Örgütü (The Food and Agriculture Organization, FAO) kadın çiftçilerin kaynaklara erişiminin erkeklerinkiyle eşitlendiği durumda çiftlik verimlerinin yüzde 20 ile yüzde 30 arasında aratacağını öngörüyor. Böyle bir durumda 100 ila 150 milyon insanın aç kalmasını engelleyecek kadar yiyecek temin edilebilir ve küresel açlık yüzde 12 ila yüzde 17 arasında azaltılabilir.

Sürdürülebilir tarım uygulamalarını desteklemenin bir yolu da yaklaşık 25 dönüme kadar olan tarım alanlarını yöneten küçük ölçekli kadın çiftçilerin üretim kapasitelerinin artırılmasından geçiyor. Dünyadaki gıdanın yüzde 75’i sadece 12 bitki ve beş hayvan türünden geliyor ve bu da küresel gıda sistemini değişen iklim modelleri ve aşırı hava olayları gibi çevresel şoklara son derece savunmasız hale getiriyor. Bu noktada daha çeşitli ve iklime dayanıklı ürünlere güvenme eğiliminde olan küçük çiftçiler, mevcut tarımsal üretim modeline sürdürülebilir bir alternatif oluşturuyor.

2. Bakıma yatırım yapın

Küresel ekonomi, çoğunlukla kadınlar tarafından yürütülen ücretsiz ve düşük ücretli bakım işlerine bağımlı durumda. COVID-19 salgınında bu işlerin her zamankinden daha fazla fark ettiğimiz değerine rağmen, bakım işleri hak ettiği değeri görmüyor, aksine maliyet olmaksızın kullanılabilecek sınırsız bir meta gibi ele alınıyor. Bunun yerine hükümetlerin bakım işini kolektif bir mal gibi ele alması ve bakım işlerini yürütenlere yeterli desteği sağlaması gerekiyor. Bu desteğin içinde bakım hizmetlerinin genişletilmesine yatırım yapmak ve ücretsiz bakıcılara verilen desteği artırmak yer alıyor.

Ücretli aile izni ve esnek çalışma gibi düzenlemeler yoluyla ücretsiz bakım işini desteklemede özel sektöre de önemli bir görev düşüyor. Bakım işlerine yatırım yapmak yalnızca bu işlerin öneminin kabul edilmesi anlamına gelmiyor. Ayrıca karbon emisyonlarını artırmadan istihdam yaratmanın ve ekonomik büyümeyi teşvik etmenin yolu da bakım işlerine yatırım yapmaktan geçiyor; çünkü bakım doğası gereği sürdürülebilir bir sektör, kaynakları tüketmek yerine insan yeteneklerini sürdürmeye ve güçlendirmeye yardımcı oluyor. Emisyonları azaltmak tükenmeye dayalı bir ekonomik modelden yenilenmeye dayalı bir modele geçerek üretim ve değeri ölçme yöntemimizi yeniden düşünmemizi sağlıyor ve bu noktada bakıma yatırım yapmak önemli bir adım oluşturuyor.

3. Kadınların liderliğini destekleyin

Hem ulusal hem de topluluk düzeyinde kadınların temsili ve liderliği daha iyi çevresel sonuçlar sağlıyor. Parlamentolarında kadın yüzdesinin daha yüksek olduğu ülkeler, iklim değişikliğiyle ilgili daha katı politikaları benimseme eğiliminde. Yerel düzeyde ise kadınların doğal kaynakların yönetimine katılımı daha adil ve kapsayıcı kaynak yönetimini sağlıyor. Ayrıca, topluluk iklim programlarının kadınları tamamen kapsadığında kaynakların kullanımında daha etkili ve verimli olma eğiliminde olduğu görülüyor.

Genel olarak kadınların karar verme süreçlerinde ailelerini ve topluluklarını göz önünde bulundurma olasılıkları daha yüksek ve bu da iklim eylemi için daha bütüncül sonuçlar üretmede önemli bir rol oynuyor. Özellikle de yerli kadınların herhangi bir karar alma sürecinde tarım ve doğal kaynak yönetimi hakkında benzersiz bilgilere sahip olması, onların seslerini vazgeçilmez kılıyor.

4. Kadın kuruluşlarını fonlayın

Sivil toplum örgütlerinin güçlü olması, güçlü kurumsal aktörler karşısında denge sağlamak için kritik bir öneme sahip. Sivil toplum örgütleri, kendi deneyimlerini karar alma süreçlerine dahil ederek hükümetlerin hizmet etmeleri gereken insanlara karşı hesap vermelerini sağlıyor ve bu da insanların ve gezegenin refahına öncelik veren iklim eyleminin anahtar çözüm yollarından biri.

Kadın örgütlerinin hükümetlerle iş birliği, iklim politikalarının kadınların ve kız çocuklarının özel ihtiyaçlarını karşılamasını ve gerekli politikaların uygulanmasını da sağlayabilir. Kadın örgütleri özellikle savunmasız topluluklarda resmi olmayan bir güvenlik ağı görevi görerek devlet hizmetlerindeki boşlukları dolduruyor ve acil durum desteği sağlanmasına yardımcı oluyor. Bu tür topluluk ağlarını güçlendirmek, yerel düzeyde iklim direncini oluşturmada da önemli yollardan biri.

5. Kadın sağlığını koruyun

Araştırmalar, iklime bağlı olumsuz sonuçların yükünü kadınların daha çok çekeceğini gösteriyor. Genel olarak kaynaklara ve hizmetlere sınırlı erişimleri nedeniyle kadınların afetlerde ölme olasılıkları daha yüksek. Araştırmalar ayrıca iklim değişikliğinin cinsel sağlık ve üreme sağlığı üzerinde de olumsuz etkileri olacağını gösteriyor. Kısacası diğer krizler ve afetlerde olduğu gibi iklim değişikliğinde de toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı savunmasızlık artıyor.

İklim felaketleri ayrıca toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalanları destekleyen hizmetlerden ve kadın sağlığı hizmetlerinden kaynakların çekilmesine neden olabiliyor. İklim değişikliğinin olumsuz etkileri kötüleştikçe, kadınların sağlıklı ve güvende kalmasına yönelik hizmetlerin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi büyük önem taşıyor.

 

 

 

Paylaş