MSCI’nin 2025 yılı için öngördüğü sürdürülebilirlik trendleri, yatırımcılara önemli fırsatlar sunuyor ancak karşılaşılacak büyük zorlukları da gözler önüne seriyor.
Bu on yılın ikinci yarısı, jeopolitik gelişmeler, teknolojik devrimler ve çevresel sorunların etkisiyle büyük değişimlere sahne olacak. Enerji sistemindeki dönüşüm, kullanıcılar ve tedarikçiler üzerinde geniş kapsamlı etkiler yaratırken, iklimle bağlantılı olayların artan etkisi ve yapay zekânın ekonomiye entegrasyonu yeni risk alanları olarak ön plana çıkacak.
İklim değişikliğine karşı yatırımcılar iklim uyumunu hedefliyor
2024 yazı, küresel ölçekte şimdiye kadarki en sıcak yaz olarak kaydedildi. Hindistan’da sıcak hava dalgaları, Avrupa’da sel felaketleri ve Kuzey Amerika’daki kasırgalar, iklim değişikliğinin etkilerini dünyanın her yerinde gözler önüne serdi. İklim değişikliğinin, sadece uzun vadeli bir risk değil, günümüzde de önemle dikkate alınması gereken bir gerçeklik olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Finansal piyasalarda bu durumun yankıları büyük oldu. MSCI Sürdürülebilirlik Enstitüsü’nün yaptığı bir ankete göre, 350 finans sektörü katılımcısı, aşırı hava olaylarının makroekonomik düzeyde ciddi hasara yol açabileceği konusunda hemfikir. Dolayısıyla veriler, 2025’te yatırımcıların iklim uyumuna yönelik risk ve fırsatları değerlendirme eğilimine gireceğini gösteriyor.
İklim değişikliğinin neden olduğu fiziksel riskler, yalnızca uzun vadeli değil, artık kısa vadede de yatırımcıların gündeminde yer alıyor. Nitekim aşırı hava olaylarının sigorta primlerini artırabileceği veya bazı bölgelerde gayrimenkulleri sigortalanamaz hale getirebileceği de belirtiliyor. Bu durumun sadece sigorta sektörüyle sınırlı kalmayarak emlak finansmanını ve hatta genel ekonomiyi etkileyebileceği belirtiliyor.
Bazı şirketler, yeşil tahvil piyasasından sağladıkları finansmanla aşırı hava olaylarına karşı dayanıklılıklarını artırmaya yönelik yatırımlar yapıyor. Bunun yanı sıra, yağmur suyu hasadı, geçici sel bariyerleri vearama kurtarma amaçlı drone kullanımı gibi yenilikçi çözümler de dikkat çekiyor.
İklim uyumu harcamalarının özellikle sigorta, altyapı, sermaye malları, ulaşım ve malzeme sektörlerinde etkili olması bekleniyor.
Yatırım stratejileri, sosyal risklerin artan rolüne göre yeniden şekilleniyor
Son yıllarda küresel hisse senedi piyasalarının dinamikleri, sürdürülebilirlik riskleri açısından önemli değişimlere sahne oldu. Teknoloji sektörünün yükselişi, enerji, endüstriyel ürünler ve malzemeler gibi daha yüksek karbon emisyonuna sahip sektörleri gölgede bıraktı. MSCI ACWI Endeksi’nde bilgi teknolojileri sektörü 2024 yılına kadar, endeksin ağırlığını önceki on yıla kıyasla iki katına çıkardı ve en büyük sektör haline geldi.
Bu dramatik değişim, sürdürülebilirlik risklerini de yeniden şekillendirdi. Çevresel risklerin yerini giderek sosyal riskler almaya başladı. İnsan sermayesi yönetimi, veri güvenliği ve tedarik zinciri sürdürülebilirliği gibi konular, yatırımcıların göz önünde bulundurması gereken temel meseleler haline geldi.
Son on yılda, sosyal risklerin şirketlerin finansal performansını öngörmede kritik bir gösterge olduğu ortaya çıktı. Teknoloji ve iletişim hizmetleri gibi sektörlerde, insan sermayesi ve veri yönetimi konuları giderek daha kritik hale geldi. Ayrıca tedarik zinciri aksaklıklarının ekonomik maliyetleri, ürün güvenliği gibi faktörlerle birlikte sosyal risklerin önemini artırdı.
Yapay zekâ, yatırımcılar ve düzenleyiciler için yeni zorluklar yaratıyor
Yapay zekâ harcamaları hızla artmaya devam ediyor ve 2025 itibarıyla bu alana yatırım yapan şirket sayısının iki katına çıkması bekleniyor. Ancak veri toplama ve işleme süreçlerinin, yapay zekâ modellerinin başarısındaki kritik rolü giderek daha faza sorgulanıyor ve bu durum yatırımcılar ile düzenleyicilerin temkinli bir yaklaşım benimsemesine neden oluyor.
Yapay zekâ, sağlık sektöründe de önemli bir potansiyele sahip. Klinik iş akışlarını iyileştirmekten ilaç keşfine kadar pek çok alanda kullanılıyor. Ancak bu potansiyel, doğru türde ve yeterli miktarda eğitim verisine erişimle doğrudan bağlantılı olarak ortaya çıkıyor.
Büyük veri setlerine erişim eğitim zorluklarını çözebilir gibi görünse de uygun izinler olmadan bu verilere ulaşmak ciddi hukuki sorunlara yol açabiliyor. Örneğin, Google’ın Project Nightingale girişimi, hastaların izni olmadan sağlık kayıtlarına eriştiği için soruşturma başlatılmasına neden oldu. Bu tür olaylar, veri kullanımı konusundaki düzenleyici baskıyı artırıyor.
2025’te yürürlüğe girecek Avrupa Birliği (AB) Yapay Zekâ Yasası gibi düzenlemeler, şirketlerin kullandıkları veri setlerini açıklamalarını zorunlu kılıyor. Ancak halka açık verilerin bile ticari amaçlarla kullanımının yasal ve etik sonuçları olabileceğinin unutulmaması gerekiyor.
Yapay zekânın sorumlu kullanımıyla ilgili politikalar yatırımcılar ve düzenleyiciler için kritik önem taşıyor. Ancak 2024 itibarıyla incelenen şirketlerin yaklaşık yarısı, bu konuda herhangi bir politika açıklamamış durumda.
2025 yılı karbon pazarları için bir dönüm noktası olabilir mi?
Son yıllarda, gönüllü karbon kredi piyasaları, büyüme ile kalite kontrolü arasında bir denge arayışına girmiş durumda. 2022 ve 2024 yılları arasında karbon kredilerine dair artan endişeler, fiyatlar ve işlem hacminde duraklamaya yol açtı.
Bununla birlikte, Bilime Dayalı Hedefler Girişimi (SBTi) çerçevesinde netleşen enerji geçişi ve iklim taahhütleri piyasadaki talebi canlı tutuyor
Yeni talep kaynakları arasında, uluslararası havacılığın emisyon artışlarını dengelemek için başlatılan Karbon Offsetleme ve Azaltma Sistemi (CORSIA) gibi projeler öne çıkıyor. Ayrıca Paris İklim Anlaşması çerçevesinde ülkeler ve şirketler arasındaki karbon kredi transferlerini resmileştiren Paris İklim Anlaşması Kredileme Mekanizması (PACM) ile ilgili önemli ilerlemeler de sağlanıyor. COP29 zirvesinde atılan bu adımlarla beraber, karbon kredilerinin 2025 itibarıyla daha da yaygınlaşması öngörülüyor.
MSCI Carbon Markets tarafından yapılan analizler, 2024 Temmuz ayına kadar kaydedilen gönüllü karbon projelerinin yüzde 47’sinin düşük kaliteli olarak sınıflandırıldığını gösteriyor. Buna karşın, en yüksek kaliteli projelerin sayısı ise sınırlı kalıyor. Ancak en düşük puanlı projelerin oranı son iki yılda yüzde 29’dan yüzde 15’e düşerken, A ve AA kategorisindeki projelerin kullanımının iki katına çıktığı görülüyor.
Özellikle atmosferden karbondioksit çeken mühendislik ve doğa tabanlı projeler bu trende öncülük ediyor. Şimdiye kadar, ICVCM tarafından belirlenen Temel Karbon Prensipleri (CCPs) için ilk karbon kredileme metodolojileri de açıkladı.
Karbon kredileri kullanımıyla ilgili eleştirilerden birini de şirketlerin bu kredileri, kendi karbon emisyonlarını azaltmak yerine satın alarak ikame ettiği iddiası oluşturuyor. Ancak MSCI ACWI Yatırılabilir Pazar Endeksi’ndeki 8.844 şirketin analizine göre, karbon kredisi kullanan şirketler, kullanmayanlara kıyasla daha şeffaf olma eğiliminde ve daha güçlü emisyon azaltma hedeflerine sahip konumda yer alıyor.
Bu gelişmeler, karbon kredi pazarının 2025’te yeniden ivme kazanabileceğini gösteriyor. Eğer bu öngörüler gerçekleşirse, 2030 yılına kadar piyasanın büyüklüğü 1,5 milyar dolardan 7 ila 35 milyar dolara, 2050’de ise 45 ila 250 milyar dolara ulaşabilir.