Dünyanın pek çok bölgesinde biyoçeşitlilik kaybı gözlemleniyor

Dünyanın pek çok bölgesinde biyoçeşitlilik kaybı gözlemleniyor

Biyoçeşitliliğin gün geçtikçe azalmasına dikkat çekmek amacıyla her yıl 22 Mayıs’ta Dünya Biyoçeşitlilik Günü kutlanıyor.

Günümüzde biyolojik çeşitlilik hızla azalıyor. Ormansızlaşma, kirlilik ve iklim değişikliği gibi etkenler, türlerin yok olmasına ve ekosistemlerin dengesinin bozulmasına neden oluyor. Bu durum, çok çeşitli bitkiler, hayvanlar ve mikroorganizmalar, başta olmak üzere türlerin doğal  yaşam dengesini tehdit etmekle beraber insanların yaşam kalitesini ve sağlığını da olumsuz etkiliyor.

Dünya Biyoçeşitlilik Günü, tüm bu sorunlara dikkat çekmek ve biyoçeşitlilik konusunda farkındalık yaratmak için bir fırsat sunuyor.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararıyla biyolojik çeşitliliğin korunması için uluslararası hukuki bir çerçeve sunan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 22 Mayıs 1992’de kabul edilmesiyle birlikte her yıl 22 Mayıs’ta kutlanmaya başlanan Dünya Biyoçeşitlilik Günü, gelecek nesillere sağlıklı bir dünya bırakabilmek için biyoçeşitlilik konusunda eyleme geçilmesi gerektiğini hatırlatıyor.

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, 5 Haziran 1992’de Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde düzenlenen Yeryüzü Zirvesi’nde imzaya açıldı. 4 Haziran 1993’e kadar imzaya açık kalan sözleşme 168 imza aldı ve 29 Aralık 1993’te yürürlüğe girdi. Bugün Türkiye dahil 196 tarafı ile Sözleşme sürdürülebilir kalkınma, hayvan, bitki, mikroorganizma çeşitliliği, gıda, güvenlik, barınma, ilaç, sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşama hakkı konularında geniş çaplı bir perspektifle çözüm önerileri sunuyor.

Dünya Biyoçeşitlilik Günü bu yıl “Anlaşmadan Eyleme: Biyoçeşitliliği Yeniden İnşa Et” temasıyla kutlanıyor. Tema, geçtiğimiz yıl Kanada’da düzenlenen COP15’te imzalanan Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi’ne atıfta bulunuyor.

Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi, gelecek nesiller için doğayı korumayı, iyileştirmeyi ve yeşil yatırımları teşvik etmeyi amaçlayan küresel hedefleri içeriyor. Anlaşma doğrultusunda, 2030’a kadar en az 200 milyar dolarlık finansman sağlanması ve yerel ve uluslararası kaynaklar için teşvikler yaratılması amaçlanıyor.

2030’a kadar küresel olarak kara ve deniz yaşamında bozulan ekosistemlerin yüzde 30’unu restore edecek olan anlaşmayla, tehdit altında olan türlerin insan kaynaklı etkiler sebebiyle yok oluşunu durdurmak ve ekosistemleri iyileştirmek için de harekete geçilmesi hedefleniyor.

Türkiye ise BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 2024-2026 dönem başkanlığını yürütmeye ve 2024’te düzenlenecek 16. Taraflar Konferansına (COP16) ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

Biyoçeşitlilik kaybı devam ediyor

Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (World Wide Fund for Nature, WWF) Yaşayan Gezegen Raporu’na göre dünyanın farklı bölgelerinde farklı oranlarda biyoçeşitlilik kaybı görülürken, türlerin popülasyon kaybı açısından en büyük düşüş tropik alanlarda gözlemleniyor.

Raporda, 1970 – 2018 arasında Avrupa ve Orta Asya’da yüzde 18, Kuzey Amerika’da yüzde 20, Asya ve Pasifik’te yüzde 55, Afrika’da yüzde 66 ve Latin Amerika ile Karayipler’de yüzde 94 popülasyon kaybı yaşandığı belirtiliyor.

Biyoçeşitliliği korumak için insan türünün ekolojik ayak izini azaltması büyük önem taşıyor. Rapor, sürdürülebilir bir yaşam için kişi başına ekolojik ayak izinin ortalama 1,6 global hektar olması gerektiğini belirtiyor. Ölçümlere göre özellikle bazı kuzey ülkelerinde bu oran 6,7’nin üzerine çıkarken, Afrika ve Asya’daki ülkelerin bir kısmında 1,7’nin altına iniyor.

Türkiye’nin kişi başı ekolojik ayak izinin ise 1,7- 3,4 aralığında olduğu tahmin ediliyor.

Deniz yaşamı tehdit altında

Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi, biyoçeşitliliğin korunmasında önemli ve etkili bir adım olsa ekosistemler hızla yok olmaya devam ediyor. Yeni araştırmalar, küresel ısınmanın, “Alacakaranlık Bölgesi” olarak adlandırılan okyanuslarda güneş ışığının ulaştığı en derin kısımdaki yaşamın yüzyılın sonuna kadar %40 oranında azalmasına neden olabileceğini belirtiyor.

“Disfotik bölge” olarak da bilinen alacakaranlık bölgesi okyanusun geri kalanından daha fazla canlıya ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda karbon yutağı olarak da işlev gösteriyor.

Konuyla ile ilgili bir çalışmanın baş yazarı Katherine Crichton “Sera gazı emisyonlarını hızlı bir şekilde azaltmazsak, 150 yıl içinde alacakaranlık kuşağındaki yaşam büyük ölçüde yok olabilir.” diyor.

Öte yandan Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Tübitak MAM Kutup Araştırmaları Enstitüsü iş birliğiyle gerçekleştirilen 7. Ulusal Antarktika Bilim Seferi’nde kutuplardaki buzulların hızla erimeye devam ettiği görüldü.

“Betanzos” adlı araştırma gemisiyle gerçekleştirilen seferde bilim insanları, daha önce buzlarla kaplı olan ve geçiş yapılamayan Gullet ve Barlas Kanalı’nda iklim değişikliği sonucunda oluşan yeni geçiş rotası ile Horseshoe Adası’na ulaştı.

7. Ulusal Antarktika Bilim Seferi Lideri Kaptan Özgün Oktar, “Dünyamızın iklimini dengeleyen deniz buzlarının bu sene de ne kadar azaldığını görmüş olduk. Aslında 1970’li yıllardan beri uydudan takip ettiğimiz deniz buzları şu anda da azalıyor. Yıllardır hep bu dönemlerde deniz buzu ile kaplı olan ve geçiş yapamadığımız Gullet ve Barlas Kanalı’ndan geçmekteyiz ve gördüğünüz gibi deniz yüzeyinde sadece bazı buz dağları var. Bu bize aslında gelecekle ilgili kaygılar sunuyor.” dedi.

 

Paylaş