Geçtiğimiz yıl dünyanın birçok ülkesinde rüzgâr hızının düşmesi, küresel karasal durgunluk konusundaki endişeleri arttırdı.
Geçen yıl, Avrupa “rüzgâr kuraklığı” olarak bilinen hava olayını yaşadı. Avrupa’nın birçok bölgesinde rüzgârın hızında yaklaşık yüzde 15 oranında bir düşüş gerçekleşti.
Birleşik Krallık ise son 60 yılın en az rüzgâr alan dönemlerinden birini yaşadı ve bu durgunluğun elektrik üretimi üzerindeki etkileri sarsıcıydı. Rüzgâr çiftlikleri, Eylül 2020’de Birleşik Krallık’ın toplam enerji üretiminin yüzde 18’ini oluşturmuştu. Ancak 2021 Eylül’ünde bu oran yüzde 2’yi bile geçemedi. Oluşan enerji açığını kapatmak için İngiltere, iki kömür santralini yeniden faaliyete geçirmek zorunda kaldı.
Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, Kuzey Kutbu 1979’dan beri dünyanın geri kalanından dört kat daha hızlı ısınıyor. Bilim insanlarına göre bu ısınma, rüzgâr hızında beklenenden daha büyük bir düşüşün habercisi olabilir. Düşüşe sebep olan diğer bir faktör ise, rüzgârın hızını etkileyen kentsel yapılaşmanın artması olarak karşımıza çıkıyor.
Önümüzdeki yüz yıl içerisinde rüzgârın hızı düşebilir
Avrupa’da yüzey rüzgârlarında yaşanan düşüş, iklim değişikliği ile bağlantılı “küresel karasal durgunluk” konusundaki endişeleri de artırıyor. 1978’den 2010’a kadar, araştırmalar dünya çapında rüzgâr hızının yavaşladığını ve son on yılda yüzde 2,3 düştüğünü gösteriyor. Ancak 2019’da bir grup araştırmacı, 2010’dan sonra küresel ortalama rüzgâr hızının saatte 7 milden saatte 7,4 mil’e arttığını belirtiyor.
Bu çelişkili verilere rağmen, Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (The Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC) önümüzdeki on yıllar içerisinde rüzgâr hızının daha da yavaşlayacağını öngörüyor. IPCC, 2100 yılına kadar ortalama yıllık rüzgâr hızının yüzde 10’a kadar düşebileceğini belirtiyor.
Bristol Üniversitesi’nde rüzgâr ve rüzgâr enerjisi üzerine çalışan Hannah Bloomfield, yakın zamana kadar rüzgâr hızında yaşanan değişikliklerin normal olduğuna ve iklim değişikliğinin neden olabileceği küresel durgunluğa dair sağlam bir kanıt oluşturmadığına inanıyor. Ancak Bloomfield, mevcut veriler doğrultusunda 2050 sonrasına bu kadar iyimser bakmıyor. Bloomfield, IPCC’nin rüzgâr kuraklığına yönelik tahminlerinin ikna edici olduğunu belirtiyor.
Geçmiş geleceğe ışık tutuyor
Uzun yıllar boyunca rüzgâr, iklim değişikliği çalışmalarının gözden kaçan bir unsuru olageldi. Yeterli veriye sahip olmadığımız için rüzgâr sistemlerini incelemek ve analiz etmek de oldukça zor. Yıllık dalgalanmalar, uzun vadeli eğilimlerin tespit edilmesini zorlaştırıyor ve nadiren kesin bir sonuç elde edilebiliyor.
Ancak bilim insanları, üçüncü jeolojik çağın son dönemi Pliyosen’in bu soruna bir çözüm sunabileceğini düşünüyor. Yakın tarihli bir çalışma, sıcaklıkların ve karbondioksit seviyelerinin bugünküne benzer olduğu Pliyosen döneminde yeryüzüne nerede ve ne kadar tozun yerleştiğini inceleyerek rüzgârların davranışına ışık tutuyor.
Columbia Üniversitesi Lamont Doherty Dünya Gözlemevi’nde araştırmayı yürüten profesör Gisela Winckler, “Bir örneklem olarak Pliyosen dönemi temel alınarak iklim değişikliğinden kaynaklanan gerekçelerle günümüzde de batı rüzgârlarının kutuplara doğru devam edeceğini öngörüyoruz.” diyor. Winckler, oluşturdukları modelin, gelecekte rüzgârların daha zayıf veya daha durgun olacağını gösterdiğini belirtiyor.
“Rüzgâr, bir enerji sisteminden çok bir su sistemine benziyor”
Columbia Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği profesörü olan Upmanu Lall, rüzgâr enerjisinin, rüzgârın durgunluğuyla başa çıkabilmesi için enerji depolama ve güvenilir alternatiflerde yeni stratejilere ihtiyaç duyulduğunu söylüyor. Lall, rüzgârı “bir enerji sisteminden çok bir su sistemine” benzetiyor. Değişken kaynakları olan su sistemlerinin, yıllık, on yıllık ve yüzyıllık ölçeklerde meydana gelen yağış eğilimlerine uyum sağlamak için yönetilmesi gerektiğini hatırlatan Lall, günümüz pillerinin enerjiyi yalnızca birkaç gün depolayabildiğinden, mevcut pil teknolojisinin uzun süreli enerji kuraklıklarında yardımcı olmayacağını belirtiyor. Her ne kadar bilim insanları uzun süre enerji depolayabilen piller üzerinde çalışıyor olsa da Lall, “Birçok ülke bu bağlamda hidrojen ve nükleeri tartışıyor” diyor.
Nitekim Avrupa, fosil yakıtlara alternatif olarak rüzgâr enerjisinden faydalanıyor. Avrupa Birliği, elektriğinin yaklaşık yüzde 15’ini rüzgâr enerjisinden elde ediyor. Bu yüzde, daha fazla rüzgâr türbini çevrimiçi hale geldikçe de artıyor. ABD’de ise rüzgâr çiftlikleri, şebeke ölçeğinde elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 10’unu sağlıyor. ABD’de 2050 yılına kadar üretilen enerji miktarının neredeyse dört katına çıkacağı tahmin ediliyor. Ancak rüzgâr hızı azalırsa, bu hedefe ulaşmak neredeyse imkânsız hale gelebilir.