Metan emisyonlarıyla ilgili geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni araştırmalar, iklim değişikliğiyle mücadelede metana daha fazla odaklanmak gerektiğinin altını çiziyor.
Bugüne kadar Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası anlaşmalar, iklim hedeflerine ulaşmak için karbondioksit emisyonlarının azaltılmasına daha fazla vurgu yaptı. Ancak karbondioksitten sonra en önemli ikinci sera gazı olan metan emisyonlarını azaltma taahhütleri de 2021’in Kasım ayında Glasgow’da düzenlenen COP26’da öncü bir rol oynadı. COP26 Zirvesi’nde 13 gün süren müzakereler kapsamında mutabık kalınan anlaşmada, 100’den fazla ülke metan gazı salımını 2030’a kadar yüzde 30 azaltmayı öngören bir taahhütte uzlaştı.
Metan yoğunluğu, sanayi öncesi seviyelerin üç katına ulaştı
ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (National Oceanic and Atmospheric Administration, NOAA) tarafından ocak ayında yayımlanan verilere göre, geçtiğimiz yıl atmosferdeki metan konsantrasyonları 1900 ppb’yi geçerek sanayi öncesi seviyelerin neredeyse üç katına ulaştı. 2000’li yılların başında metan emisyonlarının artması yavaşlamıştı ancak 2007 civarında metan emisyonlarında hızlı bir artış görüldü. Bu artışla birlikte birçok araştırmacı, küresel ısınmanın her zamankinden daha fazla metan salımına neden olacağı ve dolayısıyla yükselen sıcaklıkları dizginlemeyi zorlaştıracağı konusunda endişelenmişti. Metan seviyelerinin tehlikeli bir şekilde hızla arttığına dikkat çeken Londra Üniversitesi araştırmacılarından Euan Nisbet, metan emisyonlarının küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 1,5-2 derece üzerinde sınırlama hedefi için büyük bir tehdit oluşturduğunu söylüyor.
Araştırmacılar on yıldan fazla bir süredir 2007 itibariyle hızlanan artışın nedenlerini anlamak için uçaklardan ve uydu ölçümlerinden yararlanıyor. Artışın potansiyel sebepleri ise artan petrol ve doğalgaz kullanımından çöplüklerden kaynaklı emisyonların artışına, büyüyen hayvan sürülerinden sulak alanlardaki mikroorganizmaların faaliyetlerinin artmasına kadar uzanıyor. Washington Üniversitesi’nde kimyager olarak çalışan Alex Turner, metan emisyonlarındaki artış trendinin nedenlerinin esrarengiz olduğunu söylüyor ve çok sayıda araştırmaya rağmen henüz artışın nedenlerine dair kesin bir açıklama yapılamayacağını ekliyor.
2007’den beri metan emisyonlarının hızla artmasının nedeni ne?
Nature’da yayımlanan bir makale ise metan emisyonlarının artmasının nedenlerinden birinin metan moleküllerinin izotopik imzasıyla ilgili olabileceğini söylüyor. Karbon moleküllerinin çoğu karbon-12 iken metan molekülleri bazen daha ağır bir izotop olan karbon-13’ü de içerebiliyor. Bir sulak alanın çamurundaki ya da bir ineğin bağırsağındaki mikroorganizmalar tarafından üretilen metan, fosil yakıt çıkarımı sırasında ortaya çıkan ve Dünya’nın içindeki ısı ve basınç tarafından üretilen metana göre daha az karbon-13 içeriyor. Bilim insanları metanla ilgili bu bilgiyi atmosferde gözlemlenen metanla karşılaştırarak metan emisyonlarındaki hızlı artışın kaynağını anlamaya çalışıyor.
Onlarca ve yüzyıllarca yıl önceki buz çekirdeklerinde ve biriken karda tutulan metan ile atmosferdeki metanı karşılaştıran bilim insanları, Sanayi Devrimi’nin başlamasından sonraki iki yüzyıl boyunca karbon-13 içeren metan oranının arttığını gözlemledi. Ancak 2007’den beri metan seviyeleri yeniden hızlı bir şekilde yükselmeye başladığında ise karbon-13 içeren metan oranının düştüğü görüldü. Bazı bilim insanlarına göre bu düşüşün nedeni, metan seviyelerinin son 15 yıldaki artışının çoğunun fosil yakıtların çıkarılmasından çok mikrobiyal kaynaklardan meydana gelmesiyle ilgili olabilir.
Metan emisyonlarının tek nedeni insan faaliyetleri olmayabilir
NOAA’nın Küresel İzleme Laboratuvarı’nda çalışan atmosfer bilimcisi Xin Lan, bu keşfin önemli olduğunu söylüyor ve metan emisyonlarındaki artışın sadece insan faaliyetlerinden kaynaklanmayabileceğine dikkat çekiyor. Atmosferdeki karbon-13 verilerini kullanan Lan ve ekibinin araştırmaları, metan seviyelerinde 2007’den bu yana görülen artışın yaklaşık yüzde 85’inin mikroorganizmalardan kaynaklı olabileceğini gösteriyor. Bu noktada yapılması gereken ise doğal sulak alanlar ya da insanların yetiştirdiği çiftlik hayvanları veya çöplükler gibi kaynaklarda bulunan mikroorganizmaların metan seviyelerindeki artışa ne kadar neden olduğunu belirlemek. Böylece tropik sulak alanların verimliliğini artırmak gibi mekanizmalar yoluyla ısınmanın metan seviyelerindeki artış üzerindeki etkisi belirlenebilecek. Xin Lan ve ekibi bu soruya yanıt vermek için metanı kaynağına kadar takip edebilecek atmosferik modeller üzerine çalışıyor.
Isınma, küresel ısınmayı besliyor mu? Bu çok önemli bir soru olsa da henüz net bir cevabı yok, ancak Londra Üniversitesi araştırmacılarından Euan Nisbet, ısınmanın büyük ölçüde küresel ısınmayı beslediğini söylüyor. Metan seviyelerindeki hızlı artışın nasıl ortaya çıktığı net olarak belirlenemese de insanlar sorumluluktan kurtulmuş değil, çünkü Xin Lan ve ekibinin araştırmaları 2007’den 2016’ya kadar çiftlik hayvanları, tarımsal atıklar, çöplükler ve fosil yakıt çıkarma gibi insan kaynaklı faaliyetlerin toplam metan emisyonlarının yaklaşık yüzde 62’sini oluşturduğunu gösteriyor. Bu da demek oluyor ki insanların metan emisyonlarını azaltmak için yapabileceği çok şey var. Ocak 2022’de yayımlanan bir araştırma ABD’nin güneybatısındaki 30 petrol ve gaz tesisinin son üç yıldır 100 bin ton metan saldığını gösterdi. Aslında bu tesisler metan sızıntısını önleyerek bu emisyonları kolayca durdurabilir.
Küresel ısınmayı durdurmak için metana daha çok odaklanılmalı
Inside Climate News’te yayımlanan bir habere göre de Stanford Üniversitesi’nden bilim insanları küresel ısınmayı durdurmak için metan gazına daha çok odaklanılması gerektiğini gösteren bir araştırmaya imza attı. Araştırma, ABD Çevre Koruma Ajansı’nın (Environment Protection Agency, EPA) metan gazının iklim üzerindeki etkisinin karbondioksitinkiyle karşılaştırıldığında, bir sera gazı olarak metan potansiyelini büyük ölçüde hafife aldığını söylüyor. Araştırmaya göre EPA’nın metan için iklim muhasebesi “keyfi ve haksız” ve Paris İklim Anlaşması’nda belirlenen hedeflere ulaşmak için üç kat daha düşük.
Araştırma, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerinde sınırlamaya yardımcı olmak için metan ve diğer kısa ömürlü sera gazlarındaki kesinti potansiyeline daha fazla vurgu yapılmasını öneriyor. Araştırmanın yazarları arasında olan Rob Jackson, dünyanın 1,5 derece eşiğini geçmesini engellemek için metana daha fazla odaklanılması gerektiğini vurguluyor.
Metan karbondioksitten çok daha güçlü bir sera gazı
Metan, karbondioksitten sonra iklim değişikliğine en çok katkıda bulunan ikinci gaz, ancak karbondioksite göre çok daha güçlü bir sera gazı.
Metan ve karbondioksitin atmosferik ömürleri karşılaştırıldığında, karbondioksit atmosferde yüzyıllarca kalırken metanın yaklaşık olarak 12 yıl atmosferde kalabildiği gözleniyor. Bu fark, iki gazın iklim değişikliğine olan etkisini karşılaştırmayı da zorlaştırıyor.
EPA, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi rehberliğinde karbondioksit, metan ve azot oksit gibi iklim kirleticilerinin eşit miktarlarının 100 yıl boyunca gezegenin ısınmasına nasıl katkıda bulunduğunu ölçüyor. Bu karşılaştırma, devlet kurumlarının ve özel sektörün farklı sera gazlarının nispi etkilerini ölçmesine ve ardından hangi gazın emisyonlarını azaltmaya ne kadar önem vereceğini belirlemesine olanak tanıyor. Ancak karşılaştırmalar 100 yıllık süre ölçüt alınarak yapıldığı için, atmosferde nispeten daha uzun süre kalan karbondioksit gibi kirleticilere daha fazla vurgu yapılmasına yol açıyor ve metan gibi kısa ömürlü kirleticilerin katkısını küçümsüyor.
“Ölçümler 20 yıllık dönemlerde yapılmalı”
Stanford Üniversitesi’nde yürütülen araştırmanın baş yazarı Sam Abernethy, 100 yıllık ölçüm kıstasının, ilk bağlayıcı uluslararası iklim anlaşması olan Kyoto Protokolü çerçevesinde 1990’larda kabul edildiğini ve o zamandan beri uluslararası raporlama ve anlaşmalarda kullanılan “keyfi ve haksız” bir kıstas olduğunu dile getiriyor: “100 yıllık bir dönemde metan, iklim değişikliğine karbondioksitten 28 kat daha çok etki yapıyor. 20 yıllık dönemlerde ise metanın karbona kıyasla iklime etkisi yaklaşık olarak 81 kat daha fazla, bu nedenle 20 yıllık sürelerle yapılacak ölçümler daha uygun olacaktır.”
Araştırmada her iki zaman diliminin kullanımının büyük ölçüde keyfi tercihlere bağlı kalabileceğine de dikkat çekiliyor. Buradan yola çıkarak en ideal zaman dilimini belirlemeye çalışan araştırmacılar, Paris İklim Anlaşması’nın küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerinde sınırlama hedefini bir başlangıç noktası olarak aldı ve bu hedefe en uygun zaman dilimini belirledi. Küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlı olduğu iklim modellerini kullanan araştırmacılar, gezegenin yaklaşık 24 yıl içinde bu ısınma seviyesine ulaşacağını hesapladı. Araştırmacılardan Rob Jackson, “Böyle bir durumda 100 yıllık bir zaman kıstası kullanılırsa, diğer sera gazlarına oranla metan emisyonlarını azaltmaya yeterince değer verilmeyecektir,” diyerek araştırma sonuçlarını özetliyor.
24 yıllık bir zaman diliminde metan, karbondioksite göre iklime 75 kat daha fazla etki ediyor ki bu rakam EPA’nın metan için kabul ettiği mevcut etki değerinden üç kat daha fazla. Karbondioksitin en önemli sera gazı olmaya devam ettiğini söyleyen Jackson, dünyanın ısınmayı 1,5 dereceyle sınırlaması için metan gazına daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor.