Küresel sera gazı emisyonlarının çoğunu üreten sektörler, yakın bir gelecekte karbondan arındırma stratejileri konusunda büyük bir zorlukla karşı karşıya kalabilir.
Sürdürülebilirlik, iklim, enerji geçişi ve çevresel, sosyal ve yönetişim konularında danışmanlık hizmeti veren McKinsey, net sıfır hedefi için yoğun emisyonlu dokuz endüstriye yönelik değerlendirmelerde bulundu. Enerji, petrol ve doğal gaz, otomotiv, madencilik, havacılık ve denizcilik, çelik, çimento, tarım ve gıda, ormancılık ve arazi kullanımı alanlarının yer aldığı kılavuzda, sektörlerin geleceğine ve yeşil dönüşümlerine yönelik tavsiyeler verildi.
Güneş enerjisi, kömür ve doğal gazla rekabet edebilir konumda
Son on yılda, yenilenebilir enerji maliyetlerinin önemli ölçüde düşerek kömür ve doğal gaz gibi geleneksel yakıtlarla ekonomik olarak rekabet edebilir hale geldiğinden bahsedildiği değerlendirmede, 2035 yılına kadar, küresel elektrik üretiminin yüzde 50’sinden fazlasının yenilenebilir kaynaklardan sağlanacağı öngörülüyor.
Net sıfıra başarılı bir geçişin, yenilenebilir enerjiye yönelik talebin artması, düşük karbonlu enerji üretimi ve arz ile talebi karşılayacak esnek enerji sistemlerinin geliştirilmesiyle sağlanabileceğinin altı çizilerek uzun süreli enerji depolama sistemlerine dikkat çekiliyor.
Dünya, karbondan arındırılmış enerji sistemlerine geçerken, ortaya çıkan uzun süreli enerji depolama teknolojilerinin, yenilenebilir enerji kaynaklarının geniş çaplı dağıtımını desteklemek için kritik olacağına değiniliyor ve hükümet desteğiyle zamanında geliştirilen bir enerji depolama piyasasının, ekonominin karbondan arındırılmasına önemli bir katkı sağlayacağı aktarılıyor.
Petrol ve gaz şirketleri nerede konumlanacaklarını belirlemeliler
Değerlendirmeye göre, dünya düşük karbonlu bir geleceğe doğru ilerlerken, petrol ve gaz şirketlerinin düşük karbon çağına nasıl uyum sağlayacaklarını belirlemeleri gerekiyor. Birkaç petrol ve gaz şirketi, operasyonları için net sıfır emisyon hedefi belirledi. Bazıları halihazırda emisyonlarını azaltıyor veya dengeliyor, bazıları ise yüksek karbonlu portföylerden vazgeçiyor ve hidrojen gibi yeni teknolojilere ve işletmelere yatırım yapıyor.
Petrol ve gaz şirketleri, sermayeye erişim ve operasyonel uzmanlık gibi düşük karbonlu bir enerji sisteminin parçaları için değerli olabilecek yeteneklere sahip. Şirketler portföylerinde proses emisyonlarını neyin tetiklediğini, hangi emisyon kaynaklarıyla acilen mücadele edilmesi gerektiğini anlamalı ve düşük karbonlu işletmelerde kârlı büyüme seçeneklerini keşfetmeliler.
2050 yılında bütün araçlar elektrikli olacak
Düşük emisyonlu otomobillerin üretimi ve satışları arttı. 2035 yılına kadar, en büyük otomotiv pazarlarında (Çin, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri) yeni binek araç satışlarının yüzde 100’e yakınının elektrikli olacağı tahmin ediliyor. 2050 yılına kadar ise dünyada gerçekleşen tüm yeni otomobil satışlarının elektrikli araçlar olacağı öngörülüyor.
Düşük emisyonlu araçları yeni norm haline getirmek için yeni tedarik zincirleri ve üretim kapasitelerinin artırılması ön plana çıkıyor. Ek olarak şarj istasyonları ve hidrojen yakıt istasyonlarının altyapı çalışmalarının hızlandırılması da öneriliyor. Ağır vasıtaların ve kamyonların elektrikli hale getirilmesinin ve otonom araçların geliştirilmesinin net sıfır hedefine ulaşmayı hızlandıracağı aktarılıyor.
Sürdürülebilir yakıtlar çözüm olabilir
Hem havacılık hem de denizcilik sektörlerinde filoların modernize edilmesi ve sürdürülebilir yakıtların kullanımının artırılması önem taşıyor.
Havayolları, kısa mesafeli uçuşlar için hibrit-elektrik, pil-elektrik ve hidrojen-yakıt-hücre-elektrik teknolojilerini geliştiriyor. Orman atıklarından ve diğer biyokütle biçimlerinden üretilebilen sürdürülebilir havacılık yakıtları, fosil yakıtlara kıyasla net emisyonları yüzde 70 ila 100 oranında azaltma potansiyeline sahip.
Denizcilik için sıfır emisyonlu yakıt teknolojileri mevcut ancak maliyetleri oldukça yüksek. Sıfır emisyonlu yakıtlar, geleneksel yakıtlardan daha pahalıya mal oluyor ve rotaya bağlı olarak toplam maliyeti yüzde 40 ila 60 arasında artırıyor. Dolayısıyla büyük liman merkezleri arasında karbonsuzlaşmayı hızlandırmanın kısa vadeli yolu olarak “yeşil koridorlar” kavramı gündeme geliyor. Potansiyel bir yeşil koridor için dört unsur gerekli: Karbondan arındırma konusunda kararlı ve değer zinciri genelinde iş birliği yapmaya istekli paydaşlar, yeşil nakliye için müşteri talebi ve talebi geliştirme girişimleri ve yeşil koridorların benimsenmesini hızlandırabilecek politika ve güvenlik standartları gibi düzenlemeler.
Çelik sektörü 2050’de sıfır karbonu hedefliyor
Çelik endüstrisinde sera gazı emisyonlarının yüzde 70’inden fazlası yakıt ve kömür kullanımıyla doğrudan bağlantılı olduğu için sektör, atmosfere en çok karbondioksit yayan üç sektörden biri konumunda.
Birçok büyük çelik üreticisi, yeşil çeliğe olan talep hızla arttığı için karbon nötr olma sözü verdi. Bu kapsamda bazı üreticiler indirgeyici olarak kömür yerine biyokütle kullanmaya başladı.
Değişen müşteri gereksinimleri ve karbonsuz çelik ürünlere yönelik artan talep ile 2050 yılına kadar neredeyse tüm çelik üretiminde karbonsuzlaşma hedefleniyor. Bu hedefe ulaşmak için atılması gereken adımlar; çelik üretiminde kullanılacak alternatif malzemelerin tercih edilmesi ve verimli üretimi sağlamak adına çeliğin yeniden kullanımı olarak belirtiliyor.
Çimento ekosisteminde yeşil büyüme yolları
İnşaat ekosistemi, küresel sera gazı emisyonlarının (GHG) yaklaşık yüzde 25’inden sorumlu. Beton, özellikle de çimento, 2019’da küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 4,5’ini ve karbondioksit emisyonlarının yüzde 7’sini oluşturuyor. Endüstri, karbon emisyonlarını azaltmazsa, Paris İklim Anlaşması kapsamında belirlenen yüzde 80 ila 95 oranındaki sera gazı azaltma hedeflerine ulaşmakta zorlanacak.
Enerji verimliliği iyileştirmeleri, ısıdan elektrik üretimi, sıfır karbonlu elektrikle elde edilen hidrojenin hammadde veya yakıt olarak kullanımı, karbon yakalama ve depolama (Carbon Capture and Storage, CCS) veya kullanımı (Carbon Capture and Utilization, CCU) ile çimento endüstrisi 2050 yılına kadar emisyonlarını yüzde 75’e kadar azaltabilir.
Fosil yakıtlar yerine biyokütlenin kullanılması da sera gazı emisyonlarının azaltılmasında önemli bir rol üstleniyor. Biyokütlenin büyümesi ve yakıt olarak kullanılması kısa bir süre içerisinde gerçekleştiğinden, tüm döngü atmosferik karbon emisyonları üzerinde net sıfır etkiye sahip. Biyokütle etilen ve amonyak üretimi için fosil yakıt hammaddelerinin de yerini alabilir. Bu yaklaşım, elektrifikasyon veya hidrojen kullanımından daha pahalı olsa da hem üretim sürecinden hem de kullanım ömrü sona ermiş ürün imhasından (örneğin, etilenden yapılmış plastiğin yakılması) kaynaklanan emisyonları azaltır.
Madencilikte karbon nötr hedefi mümkün
Madencilikteki emisyonlar; dizelden, elektrik üretiminden, tedarik zinciri ve ulaşımdan kaynaklanan emisyonlar olarak üç türe ayrılıyor. Bugün karbondioksit emisyonlarının yüzde 40 ila 50’si mobil ekipmanlarda kullanılan dizelden, yüzde 30 ila 35’i ise yenilenemeyen enerji kaynaklarından geliyor.
Mobil ekipmanlar arasında, nakliye kamyonları (toplamın yüzde 25’i) madencilikten kaynaklanan en büyük emisyon kaynağını oluşturuyor. Emisyonların yaklaşık yüzde 20’si ufalama ve kırma ekipmanları, yüzde 7’si buldozerler ve yüzde 5’i de ekskavatörlerden kaynaklanıyor. Bu nedenle madenciliğin yeşil dönüşümünde en önemli yaklaşımın, sürdürülebilir yakıtların (biyoyakıtlar gibi) kullanılması ve endüstri talebini karşılamak için biyoyakıt üretiminin yaygınlaştırılması olduğu belirtiliyor. Tamamen karbon nötr hale gelmek için hem hidrojen yakıt hücreleri hem de akülü elektrikli araçların (BEV’ler) kullanımı da yaygınlaştırılabilir.
Yeni bir çiftçilik anlayışı yeşil dönüşüm için gerekli
Dünyan sera gazı emisyonlarının dörtte birinden fazlası tarımdan kaynaklanmakta ve nüfus çoğaldıkça artacak gıda ihtiyacı doğrultusunda emisyonların da artması muhtemel. Tarımdan kaynaklanan emisyonları azaltmanın en etkili yolu, gıdayı mümkün olduğunca verimli bir şekilde üretmek, yani çiftçilik yapma şeklimizi değiştirmek. Halihazırda kullanılan yeşil tarım teknolojileri ve uygulamaları ile 2050 yılına kadar emisyon azaltımının yaklaşık yüzde 20’si sağlanabilir.
Tarımda kullanılan traktörler, biçerdöverler ve kurutucular gibi geleneksel fosil yakıtlı ekipmanlardan sıfır emisyonlu yeni teknolojilere geçişin sağlanmasıyla emisyon azaltılabilir. Böyle bir geçiş ile, bir ton karbondioksit eş değeri başına 229 dolarlık tasarruf sağlanabileceği öngörülüyor.
Küresel metan emisyonlarının yaklaşık dörtte birinin sığır, koyun ve diğer geviş getiren hayvanların sindirim süreçlerinden geldiği tahmin ediliyor. Tüketiciler yiyecek alışkanlıklarını değiştirmeyi tercih etmedikçe bu emisyonları azaltmak mümkün değil. Ancak bazı şirketler bitki ve hayvan hücreleri üzerinden biyoreaktörlerde yetiştirilen et muadili besinler geliştiriyor. McKinsey’nin araştırması, yürütülen bu çalışmaların 2030 yılına kadar 25 milyar dolarlık küresel bir endüstriye dönüşeceğini öne sürüyor.
Yeşillendirme ile karbon negatif hedefi mümkün
Doğal karbon yutakları olan ormanlar karbondioksiti emer ve oksijeni serbest bırakır. Dolayısıyla iklim kriziyle mücadelede ormansızlaşmanın önlenmesi, yatırım gerektiren çözümlere göre daha az maliyete sahip. McKinsey’nin Dünya Ekonomik Forumu ile ortaklaşa hazırladığı yeni bir makalede aktarıldığı gibi, doğaya yatırım yapmadan iklim değişikliğini azaltmanın net bir yolu yok. İklim eylemi hem emisyonların azaltılmasını hem de halihazırda atmosferde bulunan karbondioksitin ortadan kaldırılmasını gerektiriyor. Yeniden ağaçlandırma ile çimento ve çelik gibi sektörlerde azaltılması zor emisyonların dengelenmesi sağlanabilir. Araçlara getirilecek karbon kredilerinin satışından elde edilen gelir ile de yeniden ağaçlandırma finanse edilebilir.
Bazı şirketler uzun vadede karbon nötr değil, “karbon negatif” olma hedefi belirledi. Şirketler karbon negatif hedeflerini yeniden ağaçlandırma başta olmak üzere karbon yakalama ve depolama ve biyoenerji alanının geliştirilmesiyle gerçekleştirmeyi planlıyor. McKinsey’nin analizine göre, negatif emisyon teknolojilerinin ölçeğinin büyütülmesiyle 2050 yılına kadar 4 milyon ila 10 milyon kişiye istihdam sağlanabilir.