İstanbul Sanayi Odası tarafından düzenlenen Yeşil Gündem Sohbetleri serisinin üçüncüsünde Paris İklim Anlaşması ve Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın enerji ve sanayi sektörüne etkileri konuşuldu ve Türkiye’nin bu dönüşüm sürecinin dışında kalma alternatifi olmadığı vurgulandı. İSO Yönetim Kurulu Üyesi ve Sürdürülebilirlik Platformu Başkanı Mustafa Tacir’in ev sahipliğinde gerçekleşen toplantının moderatörlüğünü Bloomberg HT’den Gökhan Şen üstlenirken Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. İzzet Arı, Bursa Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Güray Salihoğlu ve Türk Standartları Enstitüsü Çevresel Gözetim ve Doğrulama Müdürlüğü Baş Doğrulayıcı Berna Bildik konuşmacı olarak toplantıya katıldı.
“Avrupa Yeşil Mutabakatı ile yeşil ekonomi çağı başladı”
Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın temelde bir dış politika enstrümanı olduğunu belirten Mustafa Tacir, Mutabakat ile artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeşil ekonomi çağının başladığını vurguladı: “Dünyanın Avrupa Birliği’nin belirlediği sınır değerler üzerinden bu reformist kurallara uymak dışında bir alternatifi kalmadı. Örneğin, Avrupa’nın otomobiller için öngördüğü emisyon standartları ABD standartlarından çok daha katı, ABD’nin Avrupa’ya 5,5 milyar avroluk değerden fazla otomobil ihraç ettiğini göz önüne aldığımızda bu standartları sağlamanın otomotiv gibi hassas bir sektöre ve tedarik zincirine etkisi çok büyük olacaktır. Nitekim ülkemiz için yapılan çalışmalarda da 50 avroluk bir sınırda karbon bedelinin otomotiv sektöründe yüzde 1,2 oranında gelir kaybına sebep olacağı hesaplanıyor.”
Tacir, ayrıca Avrupa Birliği’nin petrol ve doğalgaz kullanımını aşamalı olarak azaltacağına vurgu yaparak yeni fosil yakıt altyapısı yatırımlarını da azaltacağını ifade etti: “Avrupa, yenilenebilir elektrik ihtiyacını karşılamak için önümüzdeki yıllarda komşu ülkelerden güneş ve rüzgar enerjisi ithalatına güvenebilir. Avrupa Yeşil Mutabakatı 2030 yılına kadar 40 gigavat yenilenebilir hidrojen tesisi kurmayı amaçlayan bir hidrojen stratejisi de içeriyor. Ülkemiz bu değişimin dışında kalamaz, bugünden itibaren yeşil hidrojen üretimiyle ilgili stratejiler belirlenmeli ve araştırma çalışmalarına devlet desteği sağlanmalı.”
Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’ndaki statüsü Glasgow’da belli olacak
Paris İklim Anlaşması’nın yaşayan bir anlaşma olmasıyla iklim değişikliğiyle ilgili önceki uluslararası anlaşmalardan ayrıldığını paylaşan Doç. Dr. İzzet Arı, Paris İklim Anlaşması’na taraf ülkelerin emisyon azaltım hedeflerini gönüllü olarak sunduklarını vurguladı: “Şu ana kadar sunulan Ulusal Katkı Beyanları 1,5 derece hedefini tutturma noktasından çok uzakta olsa da Paris Anlaşması enerjide ve ekonomide dönüşüm ve uzun vadede emisyonların azaltılması ve sıfırlanması açısından sağladığı yeniliklerle dönüştürücü bir anlaşma. Türkiye de Paris Anlaşması’nı ilk imzalayan ülkelerden biri. Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde gelişmiş ülkelere karşılık gelen Ek-1 ülkesi olarak geçiyor. Ancak Türkiye, gelişmekte olan ülke sınıfında yer alarak Ek 1’den çıkmak istiyor ve Paris İklim Anlaşması’na gelişmekte olan bir ülke olarak taraf olduğunu duyurdu. Tarafların bunu nasıl karşılayacağını Glasgow’da göreceğiz.”
“Türkiye’de tüketim bazlı kişi başı emisyon artık üretim bazlıdan daha fazla”
Doç. Dr. Arı, gelişmekte olan ülke olarak Paris Anlaşması’na taraf olmanın ne anlama geldiğini ise şöyle açıkladı: “Gelişmekte olan ülke olarak anlaşmaya taraf olmak istediğini duyuran Türkiye tarihsel olarak emisyonlara çok fazla katkısı olmadığını ve bu nedenle kendisinden çok fazla emisyon azaltımı beklenilmemesi gerektiğini ifade etmiş oldu. Türkiye’nin taraf olma deklarasyonundan da gelişmekte olan bir ülke olarak emisyonlarını azaltacağı ancak kalkınma hakkından asla vazgeçmek istemediği anlaşılıyor. Türkiye’nin mutlak emisyonlarını azaltması şu anda zaten mümkün değil, çünkü nüfusumuz ve milli gelirimiz artıyor. Ayrıca Türkiye’de artık tüketim bazlı kişi başı emisyonlar üretim bazlı kişi başı emisyonları geçti, bu Türkiye’nin ciddi anlamda tüketen bir ülke olduğunu gösteriyor. Yani sanayide, enerjide ciddi dönüşümler yapılsa bile tüketimde şekillendirme yapılmadığı sürece mutlak emisyon azaltımı mümkün olmayacak.”
“Avrupa’nın Sınırda Karbon Düzenlemesi ile amacı başka ülkelerden gelir elde etmek değil”
Sınırda Karbon Düzenlemesi ile Avrupa Birliği’nin neredeyse ilk defa kendi sınırlarının dışına müdahale edebilecek bir girişimde bulunduğunu aktaran Prof. Dr. Güray Salihoğlu, çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre ve elektrik sektörlerinin düzenlemelerden etkileneceğini hatırlattı: “Avrupa bu sektörleri ticaret yoğunluğu ve karbon kaçağı ihtimallerini dikkate alarak belirledi. Bu sektörlerin emisyonları büyük ama katma değerleri çok küçük, Avrupa’nın toplam emisyonundaki payları yüzde 13, endüstriyel emisyonlardaki payları ise yüzde 55. Sınırda Karbon Düzenlemesi uygulamasıyla Avrupa başka ülkelerden gelir elde etmekten çok kendi sanayisini korumayı ve ekonomisinden bir şey kaybetmeden sanayisini dönüştürmeyi hedefliyor.”
Türk üreticilerinin ilk olarak ürün bazında karbon hesaplatması yapmasının faydalı olacağını vurgulayan Prof. Dr. Salihoğlu, “Hangi ürünlerin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamında olduğu belli, bu nedenle ürün bazında karbon hesaplatması ve doğrulatması yaparak Avrupa’ya bürokratik yük bırakmamak üreticilerin işlerini kolaylaştıracaktır. Üreticiler böylece ürünlerinin daha çok tercih edilmesini sağlayacaktır. Buna ek olarak üretim süreçlerini de karbonsuzlaştırmaya başladıklarında rekabet avantajı elde edeceklerdir, çünkü Avrupa Birliği bu düzenlemeleri yaparak kendi sınırları içindeki üretimin fiyatıyla dışarıdan gelecek üretimin fiyatını eşitlemeye çalışıyor. Karbon fiyatlarına rağmen ülke olarak hala işgücü avantajımız var, ancak doğru adımları atmak için geç kalmamalıyız,” ifadelerini kullandı.
“Raporlama yaptırmayan şirketlerin üç yılı var”
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamında olup da sera gazı emisyonlarının raporlanmasını yapmayan tesislerin önümüzdeki üç yılı sera gazı emisyonlarının izlenmesi ve raporlanması için değerlendirmeleri gerektiğini paylaşan Berna Bildik, Türkiye’de 2015 yılından itibaren sera gazı emisyonlarının izlenmesiyle ilgili bir yönetmeliğin var olduğunu hatırlattı: “Bu yönetmelik kapsamında şirketler emisyonlarını izleyerek akredite olan doğrulayıcı kuruluşlara doğrulama yaptırabilir. Ayrıca Türkiye’de de Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi’ne eş değer ya da İsviçre ve Avrupa arasında yapılan bağlantı anlaşmasına entegre bir emisyon ticaret sistemi oluşturulursa, üreticiler Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamındaki indirimlerden yararlanabilecek.”
Sınırda Karbon Düzenlemesi uygulamasında şirketlerden gerçek emisyon değerlerinin istendiğini ve bu değerler sağlanamıyorsa varsayılan değerlerin kullanılacağını paylaşan Bildik, varsayılan değerlerin genelde gerçek değerlerden daha yüksek olduğuna da dikkat çekti: “Kapsam dahilindeki tüm kuruluşlar raporlama ve doğrulama yaptırarak doğrulanmış verilerini görünür kılarsa puantajlarını da yükseltebilirler. Ayrıca firmalar kendi çalışanlarını ve bilgi birikimlerini bu konuda geliştirmeye ağırlık vermeli.”