Yeşil dönüşüm sürecinde enerji yoğun sektörlerimizi neler bekliyor?

Yeşil dönüşüm sürecinde enerji yoğun sektörlerimizi neler bekliyor?

Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) hazırladığı rapor, Türkiye’nin yeşil dönüşüm sürecinde karşı karşıya olduğu zorlukları ve fırsatları inceliyor.

İklim değişikliği, günümüzün en büyük çevresel ve ekonomik tehditlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu sorun, tüm sektörlerin iş yapış şekillerini değiştirmesini gerektiriyor. Yeşil dönüşüm olarak adlandırılan bu değişim, ürün ve hizmetlerin daha temiz ve çevre dostu hale getirilmesini amaçlıyor.

Öte yandan iklim değişikliğiyle mücadelede, ülkeler ve uluslararası örgütler yeni stratejiler geliştiriyor. Avrupa Birliği’nin (AB) 2019 yılında duyurduğu Avrupa Yeşil Mutabakatı (AYM), bu alandaki en önemli adımlardan biri olarak öne çıkıyor. AYM’nin önemli bir bileşeni olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), AB’ye ihracat yapan ülkeler için yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor. AB’nin en önemli ticaret ortaklarından biri olan Türkiye de bu yeni düzenlemeye uyum sağlamak için önemli adımlar atmaya hazırlanıyor.

SKDM’nin Türk ekonomisinde enerji yoğun sektörlere dayalı olan birçok şirketi doğrudan etkilemesi bekleniyor. Türkiye’deki şirketlerin bu süreçte karbonsuzlaşma hedeflerini belirlemeleri ve sürdürülebilir üretim uygulamalarına geçiş yapmaları büyük önem taşıyor.

TBB tarafından hazırlanan Yeşil Dönüşüm ve SKDM Değerlendirme Raporu 2024, SKDM kapsamında yer alan çelik, çimento, alüminyum, elektrik ve gübre sektörlerinin yeşil dönüşüm sürecinde sahip olduğu güçlü yönlerini ve karşı karşıya oldukları zorlukları ele alarak bir yol haritası sunuyor.

Enerji maliyetlerinin yüksekliği çelik sektörü için risk oluşturuyor

Türkiye’nin çelik sektörü, modern teknolojiye uygun rekabet gücü yüksek tesislere sahip olmasıyla dikkat çekiyor. Türkiye, Avrupa’ya coğrafi yakınlığın getirdiği lojistik avantajları ve geniş dış pazar erişimi ile önemli fırsatlara sahip bir konumda yer alıyor. İnşaat sektörünün ve imalat sanayinin güçlü varlığı, sektöre istikrarlı bir talep sağlıyor. Özellikle deprem bilinci ile inşaatlarda çelik kullanımının artması ve kentsel dönüşüm projelerinin hız kazanması, çelik sektörüne yönelik iç talebi artırıyor. Bununla birlikte Türkiye’de çelik yapıların ve yapısal çelik kullanımının hızla yaygınlaşması, dünya standartlarında markalaşmış üretim kabiliyetine sahip tesislerin artması, sektörün rekabet gücünü artırıyor.

Buna karşılık, sektörün karşı karşıya olduğu önemli zorluklar da bulunuyor. Enerji maliyetlerinin yüksekliği ve dış kaynaklara bağımlılık, üretim maliyetlerini artıran önemli faktörlerden birini oluşturuyor. Özellikle demir cevheri, hurda ve ferro alyajlar gibi ham maddelerde dış kaynağa bağımlılık, sektörün dış etkenlere karşı kırılganlığını artırıyor.

Sanayi-üniversite iş birliği konusundaki eksiklikler, modern üretim teknolojilerine yeterince adapte olunamaması ve katma değeri yüksek çelik ürünlerin üretiminin artırılması gerekliliği, sektörün gelişimi için ele alınması gereken konular arasında yer alıyor.

Yüksek enflasyon ve döviz kurlarındaki istikrarsızlık da sektörün finansman ihtiyacını artırıyor. Yabancı yatırımcı çekememe riski, sektörün büyüme potansiyelini sınırlıyor. Rakip ülkelerin üreticilerine sağlanan devlet desteklerinin Türkiye’de yeterince sağlanamaması, uluslararası rekabette geride kalma riskini doğuruyor.

Finansman kaynaklarına erişim çimento sektörü için önem taşıyor

Yüksek yatırım maliyetleri, çimento sektörünün düşük emisyonlu teknolojilere geçişinde en büyük engellerden birini oluşturuyor. Ayrıca yüksek karbon emisyonları nedeniyle karbon ücretlendirilmesiyle karşılaşma riski, şirketleri ek mali yükler altına sokuyor.

Yeşil dönüşüm için gereken finansman kaynaklarına erişim, pek çok çimento üreticisi için zorlu bir süreç oluşturuyor. Yeterli finansman kaynağı bulamayan firmalar, emisyon azaltımı için gerekli olan katkı ve alternatif ham maddelere ulaşmakta güçlük çekiyor. Ayrıca düşük karbonlu yakıtlar ve biyokütle kaynaklarının kısıtlılığı bu süreci daha da zorlaştırıyor.

Yeni ürün geliştirme süreçlerinde Ar-Ge yatırımları ve insan kaynağı eksiklikleri de sektörün karşılaştığı diğer riskler arasında yer alıyor. Raporda rakip firmaların karbon emisyonlarının yüksek olması durumunda, pazar kaybı ve finansal zorluklar yaşanabileceğine dikkat çekiliyor

Bununla birlikte, yeşil dönüşüm çabaları sektörde birçok fırsat da sunuyor. Yeşil ham madde ve yakıt kaynaklarını kullanarak yeni ürünler geliştirmek ve düşük karbonlu ürünlerle yeni pazarlara ulaşmak, şirketlere maliyet avantajı sağlayabiliyor. Ayrıca düşük karbonlu ürünlere olan talep, gelir artışına yol açabiliyor.

Ham maddelerde dışa bağımlılık gübre sektörü için engel oluşturuyor

Türkiye’nin gübre sektörü, son yıllarda ham madde bağımlılığı ve uluslararası rekabet gibi pek çok zorlukla karşı karşıya kalırken, yeşil dönüşüm ve yenilikçi teknolojilere artan ilgi, sektörde yeni fırsatlar yaratıyor.

Özellikle amonyak ve doğal gaz gibi kritik ham maddelerde yüksek oranda dışa bağımlılık, sektörün en zayıf noktalarından biri olarak öne çıkıyor. Bu bağımlılık, ham madde fiyatlarında yaşanan dalgalanmalarla birleştiğinde, Türkiye’deki gübre üretim tesislerinin kapasite kullanımını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Üstelik mevcut tesislerin büyük ölçüde eski ve düşük verimli olması, sektörün rekabet gücünü azaltıyor.

Uluslararası piyasalarda büyük doğal gaz ihracatçısı ve gübre üreticisi ülkelerle rekabet etmenin zorluğu da dikkate değer bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu rekabet dezavantajı, Türkiye’nin gübre ihracatında dönemsel kısıtlamalar getirmesine yol açabiliyor. Ayrıca yeni teknolojilere yönelik yatırımların yavaş ilerlemesi ve tarım arazilerindeki azalma da sektörü olumsuz etkileyen diğer faktörler arasında yer alıyor.

Ancak tüm bu zorluklara rağmen, Türkiye için gübre sektöründe önemli fırsatlar da bulunuyor. Güçlü finansal, teknik ve kurumsal altyapıya sahip firmalar, ulusal ve uluslararası pazarlarda artan gübre talebini karşılamak için önemli avantajlara sahip. Özellikle yenilenebilir enerji yatırımlarının maliyetlerindeki azalma ve düşük karbonlu teknolojiler konusundaki gelişmeler, sektördeki firmalar için yeşil dönüşüm fırsatlarını artırıyor.

Organik ham madde kaynaklarına erişim imkânı ve yeşil dönüşüm konusunda artan finans/teşvik olanakları, Türkiye gübre sektörünün önümüzdeki yıllarda büyüme potansiyelini daha da artıracak gibi görünüyor. Piyasa eğilimlerinin yakından takip edilmesi ve hızlı adaptasyon yeteneği, bu fırsatların en iyi şekilde değerlendirilebilmesi için kritik bir rol oynuyor.

Yenilenebilir enerji kaynakları, elektrik sektörü için fırsat sunuyor

Finansman ihtiyacı elektrik sektöründe de yeşil dönüşümün önündeki en büyük engellerden birini oluşturuyor. Yenilenebilir enerji santralleri ve dağıtık sistemlerde kullanılan makine ve ekipmanların büyük ölçüde dışa bağımlı olması, bu dönüşümün maliyetini artırıyor ve yerli üretim kapasitesini kısıtlıyor.

Mevcut santral portföyü içerisindeki fosil yakıtlı santrallerin uzun süre daha işletmede kalacak olması, Türkiye’nin şebeke emisyon faktöründe yukarı yönlü bir etki yaratıyor. Bu durum, Türkiye’nin karbon emisyonlarını azaltma hedeflerine ulaşmasını zorlaştırıyor. Ayrıca SKDM kapsamında yer alan sektörlerin elektrik tüketimi kaynaklı emisyonlarını raporlama zorunluluğu, bu alandaki şeffaflığı artırsa da şirketler için ek yük oluşturuyor.

Nüfus artışı ve gelişen sanayi ile elektrik talebindeki artış, enerji üretiminin sürdürülebilir kaynaklardan karşılanma ihtiyacını daha da artırıyor. Ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) elektrik ihracatının düşük seviyede olması, ülkenin uluslararası enerji ticaretinde daha etkin bir rol oynamasını engelliyor.

Tüm bu zorluklara rağmen Türkiye, yüksek yenilenebilir enerji kaynağı potansiyeline sahip bir ülke. Özellikle rüzgâr, güneş ve hidroelektrik enerji alanında önemli fırsatlar bulunuyor. Mevzuat ve düzenlemelerde yıllar içerisinde yaşanan gelişmeler ile AB mevzuatına uyumlanma çalışmaları, Türkiye’nin enerji sektöründe daha sürdürülebilir bir yapıya kavuşmasına katkı sağlıyor.

Türkiye’nin yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğine yönelik belirlediği hedefler, iklim değişikliği ile mücadele ve sera gazı emisyonlarının azaltımına doğrudan etki ediyor. Mevcut kurulu güç içerisindeki yenilenebilir kaynakların payındaki artış ve bu santrallerin düşük işletim maliyetleri, yeşil dönüşüm sürecini destekleyen unsurlar arasında yer alıyor.

SKDM sonucunda oluşacak maliyetler, alüminyum sektörünün rekabet gücünü düşürebilir

Türkiye alüminyum sektörü, son yıllarda hızlı bir gelişim göstermesine rağmen, bazı yapısal zorluklar ve dış faktörlerle karşı karşıya. Özellikle sektördeki KOBİ’lerin fazlalığı, yetişmiş eleman eksikliği ve yetkinlik sorunları, sektördeki büyümeyi kısıtlayan önemli unsurlar arasında yer alıyor. Ayrıca sektörün birincil alüminyumda dışa bağımlılığı, ithalata dayalı bir üretim süreci ile karşı karşıya kalmasına neden oluyor.

İkincil alüminyum üretiminde hurdada dışa bağımlılık, sektördeki önemli zayıf noktalardan biri olarak öne çıkıyor. Ayrıca elektrik bazlı üretim ve ergitme teknolojilerinin uygulanmasının düşük olması, enerji verimliliğini ve çevresel sürdürülebilirliği artırmada engel oluşturuyor.

SKDM sonucunda oluşabilecek ilave yüksek karbon fiyatının, özellikle KOBİ’ler için rekabet kaybı yaratabileceği de sektörde diğer bir risk olarak görülüyor. Rapor, eski teknolojiye sahip tesislerin dönüşümünün zorluğunun, sektördeki yenilikçi gelişmelerin hızını yavaşlatabileceğine dikkat çekiyor.

Tüm bunlara rağmen, Türkiye alüminyum sektöründe önemli fırsatlar da bulunuyor. Özellikle gelişmiş ekonomilerle ticarete ve üretime yatkınlık, sektörün dış pazarlara açılma ve büyüme potansiyelini artırıyor. Ayrıca Türkiye’nin jeopolitik konumu nedeniyle esnek ulaşım, tedarik ve erişim imkânlarına sahip olması, sektör için stratejik bir avantaj sunuyor.

Geri dönüşüm sektörünün güçlenmesi ve kapasite artışı, alüminyum üretiminde sürdürülebilirlik ve çevre dostu üretim süreçlerinin önünü açıyor. Aynı zamanda AB mevzuatlarına yatkınlık ve SKDM üzerinde yoğun eğitim desteği, sektörün uluslararası standartlara uyum sağlama kapasitesini artırıyor.

Türkiye’nin yüksek kurulu kapasitesi ve yeni yatırımlar, sektörün gelecekteki büyümesi ve uluslararası alanda rekabet gücünü artırması için büyük bir potansiyel taşıyor. Alternatif ham madde teknolojileri konusunda yapılacak Ar-Ge çalışmalarının da sektördeki inovasyon ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmada kritik rol oynaması bekleniyor.

 

 

 

Paylaş